SSVD* Hikayem…

doğum hikayemİkinci oğlum, üçüncü hamileliğimin 41. haftasında doğdu. İlk oğlumu sezaryenle bundan yaklaşık üç sene önce dünyaya getirmiştim. Burada detaylarıyla ilk doğum hikayemi okuyabilirsin. Hamileliğim boyunca da doğum şeklimin nasıl olacağı konusunda düşünmek istemedim. Ne de olsa ilkinde normal doğumu beklerken sezaryene mecbur kalmıştım. Bu sefer ne olacaksa olacaktı. Fazla kurcalamaya gerek yok dedim. Sadece doktorum Senai Aksoy ile hamileliğimin başında bir konuşma yapmıştık. “İlk doğum sezaryen oldu diye bundan sonra da sezaryen olmak zorunda mıyım?” diye sordum ve “%60 normal doğurma olasılığın var. Gidişata göre bakarız,” dedi. Bu, doğumla ilgili yeterli bir bilgiydi benim için. Son haftalardaki kontrollerimde de doktorum sezaryenle ilgili herhangi bir yönlendirme yapmayınca sancılarımın başlamasıyla normal doğuma doğru bir yola çıkmış oldum.

O gün evde annem ve yardımcımız olduğundan daha erken kalkan Tuna’yla ilgilenecek birileri var diye biraz geç çıktım yataktan. Geç dediysem çocuklu insanların geç tanımlamasından bahsediyorum, yani sekizde. Hafif bir ağrı vardı karnımda. Bir hafta önce olan ağrıların doğum sancısı olmaması ve bizi panikletmiş olması sebebiyle daha soğukkanlı yaklaşıyordum artık böyle ağrılara. Kahvaltımı ettim. Tuna da yanıma oturup bir şeyler atıştırdı. Karnımdaki ağrıdan bahsedince Tuna “Neden karnın ağrıyor?” diye sordu. “Kardeşin gelmeye hazırlanıyor galiba, sen bir dinle bakalım, belki sana söyler ne zaman geleceğini,” dedim. Kulağını karnıma dayayıp “Bugün gelecekmiş,” dedi. Gülüştük. Tuna’yla lego oynadık, ağrılar hala devam ediyordu ama ne şiddeti ne de sıklığı bakımından kitaplarda geçen doğum sancılarına benzemiyordu. Kocam evden çıkmak için hazırlandı ve “Bak kal dersen kalırım, nasıl sancılar?” diye sordu. “Yok merak etme, gaz ağrısı sanırım. Bir şey olursa  haberleşiriz,” dedim. Sonra öğle yemeği, Tuna’yı öğle uykusuna yatırmak derken gün normal şekilde ilerliyordu. Benim ağrılar da eksilmeden artmadan devam ediyordu. Sabahtan beri sürmesinden şüphelenip birkaç kitap karıştırdım, doğum hikayeleri okudum ve iyice emin oldum, bunlar doğum sancısı değildi. Bu sırada bir paket cips yedim. Son günlerde canım böyle pis gıdaları çekmeye başlamıştı. Bir süre karşı koyduysam da son günlerde dayanamıyordum. Cipsten sonra ağrılarım biraz daha arttı. Banyo yaptım, belime sıcak tutması için şal doladım. Ağrılarımda azalma olmayınca doğumun başladığını düşündüm, yine de bunu pek dile getirmedim. Tuna uyandı, ben artık onunla ilgilenemiyordum. Ağrılar daha sıklaştı ama o kadar kısa sürüyordu ki, pek anlam veremiyordum. Belime sıcak jel sardı annem. Ağrılar olduğunda rahatlamak için köpek pozisyonuna geçiyordum. Salonun ortasında pufun üzerine doğumla ilgili birkaç kitap açmış bir yandan onları okuyor, ağrı geldikçe pufun üstüne doğru eğiliyordum. Bu sırada annemin ısrarıyla doktoru aradım. “Doğum başlamış, bekleyelim bakalım neler olacak,” dedi. “Neyi bekleyeceğiz?” diye sordum. “Nasıl ilerlediğini bir görelim, haberleşiriz,” dedi. Heyecanlandığımı hissettim. Eşimi arayıp gelmesini söyledim. Yine pufun başındaki yerimi aldım. Tuna da yanıma gelip bir şeyler okuyordu. Tam o sırada “tık” diye bir sesle beraber suyum patladı. Durduğum yerde emekleyerek halının üstünden çekildim, ama üstüm sırılsıklam olmuştu. Sakindim, çünkü Tuna tam karşımda benim surat ifademe göre ne hissedeceğine karar verecekti. Güldüm. O da güldü. “Evet Tuna’cım galiba haklıymışsın, kardeşin bugün gelecek,” dedim. Doktoru aradım, “Şimdi gelebilirsin hastaneye,” dedi. “Yetişiriz değil mi?” dedim. “Daha çok zaman var, yetişirsin merak etme,” dedi. Eşimi aradım, suyumun geldiğini söyleyince biraz panikledi. Üstümü değiştirdim, hala azıcık su gelmeye devam ediyordu. Tuna’yı öptüm, geceyi onunla geçirmesi için dayımı ve oğlunu ayarladım. Tuna abisini çok seviyordu. Onlar gelene kadar da yardımcımla beraber televizyon izleyeceklerdi. Eşim kapıdan girdiğinde elleri titriyordu. Taksiyle gitmeyi teklif ettiysem de istemedi. Bu sırada benim sancılarım şiddetlenmişti ve hiçbirini ayakta geçiremiyor, hemen köpek pozisyonuna geçiyordum. Sancı yokken de hazırlanmaya devam ediyordum. Doğum çantası zaten arabadaydı. Merdivenlerden inip arabaya binene kadar sancı gelmesin diye sancı biter bitmez arabaya doğru koştum, ama tam kapıdan içeri girecekken yine yakalanmıştım ve dizlerimi yere koyup sokakta da köpek pozisyonuna geçtim. Sonra annem, eşim ve ben düştük hastanenin yoluna. Önce Boğaz Körüsü’nü geçecektik. İnanılmaz bir şekilde saat altı olmasına rağmen pek trafik yoktu ve biz yirmi dakika gibi çok kısa bir sürede gittik hastaneye. Tam da filmlerdeki gibi bir araba yolculuğuydu. Ben arkada oturup, bir elim ön koltuğun arkasında, bir elim karnımda eşime sesleniyordum sancı aralarında. “Yavaş git, merak etme iyiyim ben.” Sonra sancı gelince “Kırmızıda geç,” demeye başlıyordum. Hemen acile alındım, yatağa yatmamı istediler nst bağlamak için fakat sancı geldiğinde benim yatar pozisyonda olmama imkan yoktu. Ben hareketliyken nst bağladılar, pek bir işe yaramadı galiba ama yine de bir süre bağlı kaldı sanırım. Doktorum daha gelmemişti, acildeki doktor açıklığın dört santim olduğunu, daha çok vakit olduğunu söyledi. Odam hazırlanıyordu ve ben sancılar geldikçe köpek pozisyonuna geçiyordum. Sonra bu pozisyonda beni yatakla birlikte doğum katına götürdüler. Odaya geçince anestezi bölümünden geldiler ve epidural kateterini takmak istediler. Epidural benim doğum planımda vardı. Hatta anestezi kaydımı da çok öncesinden yaptırmıştım. Kateterin takılması için bir süre hareketsiz durmam gerekiyordu, ama iki dakikada bir gelen sancılarda benim hareketsiz kalmam mümkün değildi. Epidural yaptırmaktan vazgeçtim o anda. Anestezi doktoru “O zaman size hayatta başarılar,” dedi ve odadan çıktı. Bu lafı takmayacak kadar meşguldüm, ama sonradan epey sinirlendim. Ne olacaksa olacaktı. Eğer bundan çok daha fazla ağrımayacaksa katlanılmaz değildi. İçimden bir ses az kaldığını söylüyordu. Hayatımda yaşadığım en güzel hislerden biriydi. Tamamen kendimi dinleyebiliyordum. Sancı çekerken bir ara daha kaç saat sürecek acaba, dedim. Kimse az kaldı demedi. Eşim ve annem yanımdaydı ama ben onların varlığını pek farkedemiyordum. Acil doktorunu sürekli uyarıyordum açıklığı kontrol edin diye. Bu sırada doktorum da geldi. Altı santim olduğunu görünce onlar da anladılar sürecin ne kadar hızlı ilerlediğini. Ara ara güzel doğum hikayelerini hatırlayıp sakinleşirken televizyonlara yansıyan çığlıklı doğumları da hatırlıyor, daha çok ağrım olacak diye endişeleniyordum. Dedim ya birisi çıkıp az kaldı dese rahatlayacaktım. Bunu duymaya ihtiyacım vardı. Birden doğumhaneye alınınca bunu duymuş kadar oldum ve rahatladım. Bundan sonra ıkınmalar vardı, az kalmıştı. Bir sorun vardı, bebeğin başı hala aşağı inmemişti. Bu inmeme durumu bizim son haftalarda hep konuştuğumuz bir şeydi. Kafası indi mi, inecek mi? diye sürekli bekliyorduk. Doğumhaneye alındığımda bile hala inmemişti başı aşağıya, ama bana ıkınma hissi gelmeye başlamış ve ıkınırken bebeği güçlü bir şekilde aşağı ittirdiğim için daha fazla beklemeye gerek kalmadığını söylemişlerdi.Yatar pozisyona geçmek öyle zor görünüyordu ki artık mecburen yatmam gerektiğini söylediklerinde itiraz ettim ama sonunda razı oldum ve düşündüğümden daha iyiydi. Çünkü artık sancı gelince ittir diyorlardı ve ittirmek için çok iyi bir pozisyon yakaladığımdan ıkındıkça sancıyı hissetmiyordum. Var gücümle ittirsem de ilk seferde aşağı doğru ittiremiyor, aynı sancı içinde ikinci ıkınmada başarıyordum. “Aferin, işte böyle, daha uzun, daha uzun. Tamam şimdi burnundan derin nefes al, dinlen.” O arada uyur gibi hissettiğim anlar bile oluyordu. Sonra yine gelen sancı, derin bir nefes, nefesi ver, bir daha al ve ıkın. Sanırım böyleydi. Bebeğin başı çıkınca birden bir telaşe oldu, hemşireler koşuştu filan. Sonra doktorum bundan sonra ıkın diyince azıcık ıkınıp, sonra durmam gerektiğini söyledi. “Gözlerini kapatma, gözlerime bak.” Sonra azıcık ıkındım, durdum. Sonra “Bir daha ıkın,” dedi ve Sava’yı karnımın üstüne koyuverdi. Al sana bebek!

Hayatımda tekrar yaşamayı isteyeceğim bir gün olmuştu benim için. Düşündüğümden çok daha kolay ve keyifliydi. Suyumun gelmesinden üç saat sonra bebeğimi kucağıma almıştım. Gerçekten de çok kolay olmuştu. Doktorum epizyo yapmamış, kendiliğinden yırtılan yerlere sadece üç dikiş atmıştı plasentayı çıkardıktan hemen sonra. Bu sırada bebek doğumhaneden çıkıp temizlenmeye alınmıştı ve ben adrenalin patlamasıyla mutluluktan uçuyordum. O gece bebek uyuduğu zaman bile uyumadım. Uyuyamadım. Yorgun hissediyordum ama heyecanım hala geçmemişti. Kendime sürekli başardığımı hatırlatıyor, sevincimin azalmasına fırsat vermiyordum.

Bu doğumuma da Jasmin Traub gelmişti o anı fotoğraflamak için. Yine son anda haberi olmuş, kendisi Gezi Parkı direnişindeyken bulduğu bir fotoğraf makinesini kapıp yetişmişti yine. Doktorumuz, eşim ve ben, yeni bir çapulcuyu zafer işareti vererek kutlarken o da bize makinenin arkasından zafer işareti yapıyordu.

*SSVD: Sezaryen Sonrası Vajinal Doğum

SSVD* Hikayem…” üzerine 2 yorum

  1. Geri bildirim: 100 oldum… | yazaranne

Yorum bırakın